RSS / XML
Foto Galeri
Video Galeri
Bu haber 24 Aralık 2012, Pazartesi 14:40:45 tarihnde eklendi. 1401 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

24 Aralık 1981

24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAM GİRİŞİMİNİ UNUTMAYALIM – UNUTTURMAYALIM.
24 Aralık 1981
Fatih Atan (A’tanba)


24/12/2012.


Fatih Atan (A’tanba) Değerli okuyucular, bugün 24 Aralık 2012, 24 Aralık 1981 yılından bu yana 31 yıl geçti. O tarihte, 12 Eylül Döneminin en kanlı günlerinden birisi yaşandı. Alemdağ Askeri Tutukevi’nde bulunan siyasi tutukluların üzerine orantısız bir biçimde sis ve gaz bombaları ile saldırılmış ve tutuklulardan Hakan Mermeroluk, Şerif Yazar ve Bahadır Dumanlı yaşamlarını yitirmişti.


Bende o günlerde Alemdağ Askeri Tutukevinde siyasi tutuklu olarak bulunuyordum. Saldırı ile ilgili olarak 24 Aralık 2009 yılından bu yana Alemdağ Cezaevi’nde düzenlenen katliam girişiminin unutulmaması için köşe yazılarımda o günü anıyorum.


Alemdağ Askeri Cezaevi Katliam girişimini düzenleyerek, üç devrimcinin yaşamını yitirmesine ve yüzlerce devrimcinin sakatlanmasına neden olanlar, günümüze kadar TC. Mahkemeleri tarafından yargılanmadılar ve haklarında soruşturma bile açılmadı.


24 Aralık 2012 koşullarında göstermelik olarak bir 12 Eylül Mahkemesi sürdürülüyor, ne o dönemdeki katliamlar ve uygulayıcıları, ne de perde arkasındakiler yargılanıyorlar. Halkın gözüne ipek bir tül perde çekilmiş, ninni ile uyutuluyor.


ODTÜ’de aynı 1980 öncesinde olduğu gibi polis üniversite gençliğine orantısız güç kullanıyor, ülkenin başbakanı üniversite öğretim görevlilerini ve öğrencilerini suçluyor ve hakaret ediyor.


Halkın %20 sinin normal ülke gelirinin %80’ini, %80’inin de %20’sini aldığı yapıda herhangi bir değişiklik yaşanmıyor.


Parası olanın çocuğu askerlik yapmıyor, parası olmayanın çocuğu ise vatan borcu nedeni ile “şehit” oluyor.


Sonuç olarak işçinin, işsizin, emeklinin, köylünün, memurun yani büyük çoğunluğu oluşturan toplumun sosyal gelirinde herhangi bir değişiklik yaşanmıyor.


"Yeni Anayasa" adı altında hala 12 Eylül Anayasası’nın denetiminde, Anayasa değişikliği çalışmaları yapılarak “Güçler Birliği” sağlanmak isteniyor ve “Tek Adam” dönemine doğru gidiliyor.


Bu arada “Laik Sermaye” (!) ve Yeşil Sermaye (!) Ortaklığı Otoyol İhalesini alarak yollarına devam ediyor.


31 yıl önce Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşanan katliam girişimi, Şerif Yazar, Hakan Mermeroluk ve Bahadır Dumanlı’nın yaşamlarını yitirmesine neden olan sorumlu kişiler yargılanana ve ceza alana kadar, Türkiye’de demokrasinin olmayacağına inanıyorum. (Bu düşünceme tüm faili meçhullerin sorumluları ile 12 Eylül Döneminde yapılan Yargılamalar ve yargı kararlarının da sorgulanması gerektiğini belirtiyorum)


Failler bulunana ve yargılanana kadar da her 24 Aralık’ta aşağıda yazmış olduğum yazımı yayınlamayı sürdüreceğimi belirtiyorum.


**********************


24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAMI YARGILANMADAN "DEMOKRATİK AÇILIM" OLAMAZ..!


24/12/2009


Fatih ATAN (A’tanba)


Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. Yukarıda ki uzun açıklamalardan sonra sizleri 24 Aralık 1981 Günü’ne getirmek istiyorum.


Ve o gün yaşanan olaylar ve sorumluları yani 12 Eylül Askeri Yönetimi uygulayıcıları yargılanmadıkça Türkiye’de Demokrasi’nin olamayacağını vurgulama istiyorum. Sadece Kenan EVREN ve Darbe Kararı veren komutanlar değil, o dönemin Devlet Yöneticileri, politikacıları, darbeye destek veren iş adamları, toplum kuruluşları, Basın - Yayın Organları ve mensupları yargılanmadan Türkiye’nin kendisini bulamayacağını iddia ediyorum.


24 Aralık 1981 günü Alemdağ Askeri Cezaevi’nde bırakın insan’ın yaşayabilmesi, hayvanların bile barınamayacağı bodrum katında 100’ün üzerinde tutuklu olarak bulunuyorduk. Sizlere biraz daha tahayyül edebilmeniz için Nazi Kampları’ndaki tutuklu binalarını düşünün bu binaların, pencereleri bulunuyor, ancak Alemdağ Askeri Cezaevi’nin bodrum katında sadece iki karışı biraz geçen bodrum katı pencere sistemi bulunuyordu.


Cezaevi’nin tutuklu koğuşlarına bina içerisinden iki sıra merdiven inilerek girilebiliyordu. Koğuşlar biri küçük 1. Koğuş, diğeri büyük 2. Koğuş olmak üzere iki adet koğuştan oluşuyordu, koğuşlar arasında küçük bir kapı ile bağlantı sağlanıyordu. Ayrıca yukarıda 1. katta Revir koğuşu da bulunuyordu. Havalandırma, binanın yanına duvar çevrilerek oluşturulmuştu. Günde 1 saat havalandırma hakkımız bulunuyordu. (Düzeltme: Zeminde Toplam 3 Koğuş bulunuyordu)


Koğuşlarda banyo olmadığı için hava koşulları ne olursa olsun hafta da bir gün tutuklular, havlulara sarılı ve çıplak olarak sıraya diziliyorlar, cezaevi binasından 50 metre uzaklıkta bulunan banyoya gidiyorlardı.


Hafta’da 1 gün aile ve avukat görüşü koğuşların girişinde iptidai koşullarda tel örgülerinin arkasından yapılıyordu. Koğuşlar ufak ve tutuklu sayısı çok olduğu için havalandırma sorunu had safhada idi. Temiz hava sorunu yaşandığı için koğuşlarda sigara içen arkadaşlara günlük sigara tahsisi ve saat uygulaması yapılıyordu. Ailelerimiz çamaşırlarımızı yıkamak için getirdiklerinde iç çamaşırlarımızın kaç kat çamaşır suyu ile beyazlattıklarını bizlere anlatıyorlardı. Yemek sorunu Ailelerin getirdiği kumanyalar ile Asker Karavanası’nın koğuşlar içerisinde terbiye edilmesi ile çözülüyordu.


Yukarıda ki cezaevi koşullarını sizlere anlatmamın nedeni gözlerinizde biran olsun canlandırmanız içindir.


Şimdi 24 Aralık 1981 günü’ne gelelim. O gün ailelerin ziyaret günü idi, bizler ziyarete hazırlanıyorduk. Aynı gün 3. koğuştan bir tutuklunun Gayrettepe’de ki siyasi Şube’de sorguya alınması için girişimde bulunuldu. O tarihlerde siyasi şubeye yeniden alınmak demek, tutuklu bir kişi için ikinci bir kez “işkence”den geçmek demekti.


3. Koğuştakiler tutuklunun “doktor kontrolü”nden sonra Gayrettepe Siyasi Şubeye gönderilmesi için direniş kararı aldılar. O dönemde tutuklular bazı bahaneler ile yeniden sorguya alınarak işkenceye tabi tutuluyorlardı.


Tutukluların, en basit “doktor kontrolü” talebi bile yerine getirilmiyordu.


Koğuşların kapıları ranzalar ile desteklenerek dışarıdan içeriye girişler engellenerek direniş başladı. Aileler, ziyaret günü olduğu için nizamiye giriş kapısında gergin bir biçimde beklemeye başladılar. Siyasi Şube’den gelen emniyet güçleri tutukluyu almak için cezaevi müdürü’nü operasyon yapmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu arada taraflar arasında da görüşmeler sürüyordu.


Görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Bazı askerlerden aldığımız bilgilere göre İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün operasyon yapılması için o dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı olan Haydar SALTIK’dan operasyon kararını aldığını öğrendik.


Operasyon’un ana hedefi tutukluyu almaktı, bu hedefe ulaşılabilmek için de koğuşlara gaz bombası ve sis bombası atılarak tutukluları etkisiz hale getirmek hedeflenmişti.


Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri “İstanbul Siyasi Şube Görevlileri”nin denetiminde operasyona başlandı, bu sırada aileler rahatsızlıklarını belirten eylemlerde bulunuyorlardı, askeri görevliler, ailelere bizlerin tutukluyu vermediğimiz için görüşme yapmak istemediğimizi söylüyorlardı.


Operasyon başladı.


Koğuşlara onlarca sis ve gaz bombası atıldı.


Düşünebiliyor musunuz, Nazi kamplarında insanların gaz odalarında katledilmeleri gibi, küçük ve 100’ün üzerinde insanın bulunduğu bodrum katında gaz ve sis bombası. Tabii ki bu saldırı sonucunda tutukluların tamamı baygınlık, boğulma tehlikesi geçirdiler. İçeride göz gözü görmüyordu, ben de nefessiz kaldığım an da bir an için yolun sonuna geldiğimi düşündüm. Elimde bulunan ıslak havlu’yu ağzımın içerisine sonunda kadar soktum. Elime geçirdiğim bir adet gaz bombasını pencereden dışarıya fırlattım.


Ancak o kadar çok gaz bombası atıldı ki benim dışarıya atmış olduğum gaz bombası sadece koğuş içerisinde sonradan konuşulan psikolojik destekli bir olay oldu.


O sırada koğuş kapılarını açmak için saldırıya geçen askerler de olayın boyutlarını bilemedikleri için gaz maskesiz bir halde aşağıya geldiler. Ancak onlarda yoğun gazın etkisinde kalarak bayıldılar. Bu sefer bizler askerlere ıslak havlular ile yardım etmeye başladık.


O gün hava da yoğun bir lodos bulunuyordu, koğuşun ortasında yoğun bir sis bulutu kalmıştı. Koğuşta bulunan herkesten iniltiler, kusmalar ve bayılmalar, haykırışlar geliyordu. Ellerimizde bulunan havlu ve limonlar ile önce kendimizi ayıltmaya çalışıyorduk. Cezaevi müdürü olan Binbaşı içerideki “facia”yı gördüğü zaman bizlere kazma kürek atarak "çocuklar demirleri kırarak çıkın" diye çırpınmaya başladı.


Siyasi Şube görevlileri, zafer kazanmış edaları ile “işkence”ye götürmek için baygın vaziyette bulunan kişiyi Doktor! Kontrolü! nden geçirerek siyasi şubeye götürdüler. Askeri Görevliler Nizamiye kapısında bulunan Ailelerin “duman bulutları”nı sormalarına karşılık olarak, “çocuklarınız direniş sırasında çarşaf yakıyorlar” diyerek “psikolojik harp” koşullarını yerine getiriyorlardı.


Ve bu konuda başarıya ulaştıklarını da aileler bizleri ziyaret için geldiklerinde gördük, aileler ilk olarak bizlere çıkışmaya başladılar, “neden direniyorsunuz, çarşaf yakıyorsunuz” diye. Neyse ki bizlerde ellerimizde olan üzerinde “Made In USA” yazılı gaz bombalarının kutularını gösterdiğimizde ve bunları gösterirken nefes almakta zorlandığımızı, patlamış ve morarmış gözlerle onlara baktığımızı görünce yaşanan olayın boyutunu görerek Askeri İdare’ye karşı protesto eyleminde bulunduklarını gördük.


Gaz Bombası saldırısı sonucunda, özellikle ciğerlerinden rahatsız olan tutuklular içerisinden 2. koğuşta kalan Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK’un durumu ağırlaştı, hatırlayabildiğim kadarı ile Şerif YAZAR hemen hataneye kaldırıldı. Daha sonradan yaşamını yitirdiğini öğrendik.


Koğuşlar yoğun bir gaz kokusu ve ranzalar parçalanmış olduğu için geceyi havalandırmada geçiriyorduk. Olay sırasında mahkemede bulunan tutuklular arasında halk müziği sanatçısı Hakkı BULUT’da bulunuyordu. Hakkı BULUT “uyan hey halkım uyan” diye türkü söylediği için o sıralar Almanya’dan İstanbul’a geldiğinde hava alanında tutuklanmış ve Alemdağ Cezaevi’nde bulunuyordu.


Gece yarısı dışarıda bulunan ayaz, yaşamış olduğumuz olayların sıcaklığını soğutamıyordu.


Havalandırma Avlusunun tepesinde bulunan projektör ışığının önünde bulunan nöbetçi kulübesinin ve kulübede bulunan askerin elindeki bizlere yönelik olan “makineli tüfeği”nin gölgesi ceza evinin duvarına vuruyordu.


Bizler, o yorgun, bitkin halimizle avlunun ortasında sandalye’ye oturan Hakkı BULUT’un çalmış olduğu sazın nameleri ile onun çevresinde halay çekiyorduk.


Ve hastaneye kaldırılması gereken Hakan MERMEROLUK, cezaevi duvarının kenarında bir battaniye’nin içerisinde “dönülmez akşamın ufkunda ki “ uzun yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyordu.


Evet Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri sizleri bundan 28 yıl öncesine benim birebir yaşamış olduğum olaya götürdüm.


Ve 24 Aralık 1981 tarihinde Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşanan “savunmasız insanlara” yapılan “orantısız güç" uygulaması sonrasında Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK yaşamlarını yitirdi. Sorguya giden arkadaşımız onlar benim yüzümden öldü diyerek psikolojik bunalıma düştü.


Ben ve benim gibi, cezaevinden çıktıktan sonra doktor kontrolünden geçenler, doktorların, “sigara içilen ortamda çok kalmışsın galiba” diyerek ciğerlerimizin durumunu gösterdiği, yaşamımızın önemli bir bölümünü Alemdağ Askeri Cezaevinin duvarları içerisinde bıraktığı 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Mağduru binlerce insan içerisinde ki “mihenk taşları” olarak kaldık.


12 Eylül 1980 Askeri Darbesi; bizlerde, sigara içilen kapalı ya da açık ortamlarda hemen etkilendiğimiz bir bünye bıraktı.


www.abhazyam.com

Facebook Facebook Digg Digg Google Google Del.icio.us Del.icio.us
Diğer Fatih Atan Yazıları
Bütün Yorumları görmek için tıklayınız!
Hava Durumu
ANKET
Aleksandr Ankvab'ın Siyasete Dönüşünü Onaylıyormusunuz
Diger anketlerimiz için tıklayın...
Yol Durumu

©
Copyright 2011 Abhazyam.com Her hakkı saklıdır.