RSS / XML
Foto Galeri
Video Galeri
Bu haber 29 Mayıs 2011, Pazar 05:57:53 tarihnde eklendi. 1535 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Selam Söyle Dönenlere

ESEN ZAFER "SELAM OLSUN DÖNENLERE..!"
Selam Söyle Dönenlere 14/08/2010

Esen ZAFER (Çyüpha)

NEDEN DİASPORA DA 800 BİN CİVARINDA OLAN BİZLER BU SORUYU SORMADIK? NEDEN, HER ŞEYE GÖĞÜS GEREREK, O VEYA BU TARAFA ÇEKEN, KENDİ ÖZ BELLEĞİMİZ, KENDİ TOPLUMSAL ÇIKARLARIMIZ, DEMEYEN BEYLERİNİ KESMEYE KALKIŞAN. YETER! DİYEN, NESLİMİZİ SÜRDÜRMEK İÇİN, TÜM VARLIKLARINI BIRAKIP TEZEKLE DUVAR SIVAYAN İNSANLARIMIZI, UMUTLARI VE ACILARI İLE GÖMDÜK?

14/08/2010. Paul Watzlawick ‘‘ Gerçeklik ne kadar Gerçektir ‘‘ adlı kitabında, çeşitli deneylere dayalı araştırmalarını aktarırken diyor ki,

...özellikle pek çok insan tarafından kabul edilip yerleşmiş bir inanç, kendisine kanıtlar üretir. Bu inanılan şeyin gerçek olmadığını kanıtlasanız dahi, ateş olmayan yerden duman tütmez diyerek doğru sonuca şüphe ile bakılır...

Aslında psikiyatrik çalışmaların, akademik sonuçlarına uzanana kadar, bu durumu betimleyen bir ata sözümüz de var. ‘‘Çamur at izi kalsın‘‘ Bunu, genelde olumsuz anlamıyla kullansak ta, sonuçta ortaya atılan bir konunun hafızalarda mutlaka bir iz bıraktığını anlatması açısından açıklayıcı bir deyim.

Dünyada, politika bu yönteme dayalı sürüyor. Her milletin toplumsal hafızası, yönetenlerin çıkarına uygun oluşturulan politikalarla yönlendirilmekte. Medya ile medya kuruluşlarını ellerinde bulunduranların yaydıkları inançlar, insanlarda bir bilgi gibi algılanmakta, beyinler yıkanmakta. Bu çağlar boyunca böyle olmuş.

Bir düşünün 1992 de doğan çocuk bugün 18 yaşında reşit ve fikir beyan eden, pek çok konuda bilgisi olan bir genç. Peki bu gencin bilgisi neyle sınırlı? Elbette ki duydukları öğrendikleri ile. Bu gün 18 yaşındaki genç Abhazya özelinde ne bilebilir? Bir araştırma olanağım yok ama Diaspora da pek çok gencin tıpkı yaşlıları gibi Abhazya’yı dahi bilmediğini biliyorum. Öte yandan biraz duyumu ve ilgisi olan Abhazya nın 4 devlet tarafından tanınan bir devlet olduğunu, ilk tanıyanında Rusya olduğunu bilir.

Bu gün Abhazya’ya Gürcistan’ın saldırdığı günün 18. Yıldönümü. Abhaz tarihi öylesine çok saldırıyla dolu ki, yas günleri ilan etmeye kalkışırsak, senede gün kalmaz gibime geliyor. Bu nedenle o günü hatırlamak, neler olduğunu hafızalarda tazelemek gerektiğine inanıyorum.

Sizlere Stanislav Lakoba’nın 23 Nisan 1993 de Londra’da yaptığı konuşma metnini aşağıya alıyor tekrar okumanızı öneriyorum.

Geçmiş adı üzerinde geçmiştir. Ancak geçmişten tamamen bağımsız bir gelecek kurmak mümkün değildir. Olanları unutmamak, kin ve intikam adına değil, başımıza gelebilecekleri bilmek, geleceğimizi sağlam bir biçimde hazırlamak için şarttır. Bu günün siyasi koşulları gereği, tıpkı tarihte olduğu gibi, yeni bir Abhazya tarihi oluşmaktadır. Bugün 18 yaşında olan insan bu günkü siyasetle biçimlenecek ve Abhaz toplumu içersinde yeni bir toplumsal hafıza bölünmesine neden olacaktır.

Bir ulusun varlığına en büyük tehditlerden biri dilini unutturmaktır. Bunun kadar büyük olan bir tehditte ortak toplumsal hafızayı bölmektir. Bizlerin en zorlu savaşımı bu konudadır. Bu nedenledir ki saldırgan devletlerin her ülkede yaptığı gibi ilk saldırılar Lakoba’nın da dediği gibi

 ... Abhaz halkının tarihi ve kültürel anıtları bilinçli olarak yıkılıyor, arşivler, enstitüler, kütüphaneler, tiyatrolar yakılmıştır. Abhaz isimleri taşıyan müzeler, resim, galerileri, üniversiteler ve diğer kurumlar soyulmuştur. Çok değerli el yazmaları, belgesel tarihi materyaller ve kitaplar, folklorik, linguistik kayıtlar yok edilmiştir. Abhaz halkını, tarihi anılarından yoksun bırakmak için her şey yapılıyor...

Bu yapılan şey neredeyse tüm tarih boyunca yapılmıştır. Bazı gerçekleri kendi bünyemizde açıklığa kavuşturup, ortak tarihimizi toplumsal belleğimize yerleştiremezsek, tüm savaşımlar, büyük kanlı kurbanlar alan boş acı bir kayıptan başka bir işe yaramaz.

Yazılarımda ısrarla kutsal ittifaktan söz ediyorum. Dinler, tarih boyunca gerçek amaçlarından saptırılarak, geniş kesimlerin özgürlüklerini kazanmaları, dini terminoloji ile ‘kula kul olmamayı‘ amaçlayan bir rehber olmaktan çıkarılıp tersine kullanılmıştır. Haçlı zihniyeti toplumların kendi tarihsel belleklerini silerek yerine kendi amaçlarına uygun bir bellek yazılımı yapmıştır. Hala tüm dünya matematiksel olarak ta yanlış olduğu bilinen takvimi kullanılmaktadır. Tıpkı yazımızın başında Watzlawick‘ in dediği gibi. İnsanlığın çoğunluğu bunu böyle öğrendiği için, aksi kanıtlandığı halde, hala aynı takvim kullanılıyor. Haçlı zihniyeti Kafkasya’ya taşındığında putperest diye suçladıkları bizler, Müslümanlık adı altında ülkelerimize saldırıp da kâfirlikle suçlanan bizler, kendi toplumsal çıkarlarımızı şu veya bu komşusunun veya emperyalistin yanında gören yönetimler derken bölünmüş bir halk olarak varlığımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Ne verilen kurbanlar ne de yaşanan geçmişimiz, bizleri uyandırmamış gibi.

Lakoba‘ nın konuşmasındaki ‚

...Yani, insanlığın bir parçası olarak, Abhazya'da yüz bin civarında olan bizler bütün insanlığı rahatsız mı ediyoruz?

Sözlerini okurken benim kalbim burkuluyor.

Neden Diaspora da 800 bin civarında olan bizler bu soruyu sormadık? Neden,  her şeye göğüs gererek, o veya bu tarafa çeken, kendi öz belleğimiz kendi toplumsal çıkarlarımız, demeyen beylerini kesmeye kalkışan. Yeter! Diyen, neslimizi sürdürmek için, tüm varlıklarını bırakıp, tezekle duvar sıvayan insanlarımızı, umutları ve acıları ile gömdük?

Selam olsun dönenlere.

Sürgünler anılıyor. Şehitlerimiz anılıyor, kahramanlıklar anılıyor. Dostlar alışverişte görsün hesabı. Anmak, iki mum yakıp bir salâvat getirmek mi? Böylelikle onların ruhları şad mı olacak? Neden bizler böyle, atıl bir haldeyiz? Aslında dünyaya karşı bir avuç kadar insanın başkaldırısı değimli idi Abhazya’nın savaşı? Gürcistan görünen ordu idi, yalnızca.

Bu başarı, yüzyıllar süren toplumsal travmamızı atmaya, yeniden cesaret bulmaya, kendi varlığımıza ve birliğimize sarılmak için, üzerimize atılan ölü toprağını kaldırmaya, yetmedi mi?

İşimizi, bizlere kendi kafalarına göre velilik yapmaya heveslilere mi bıraktık, kendine malik olmayan çocuklar gibi ?

Her ülkenin milliyetçisi, devrimcisi, polisi, askeri, şehidi, politikacısı, işçisi olduk da bir kendimizin mi olamadık?

Ahakuytra sitesinde Yener Asugba kardeşimizin bir yazısını okumuştum. Bir bölümünde

...Ve işte bir gün aradığım cevabı bulmuştum. Mağarada gelişi güzel yazdıkları bir yazının açığa çıkmasıyla tüm sorularımın da cevabı o yazıyla beraber cevaplanmıştı. İnsanın içini acıtan bir yazıydı ama ruh hallerini ve canlarından bezdiklerini gayet güzel dile getiriyordu. Yazı şuydu; TÜKENİYORUZ. GALİBA YOK OLUYORUZ!..Yazı insanın içini fazlası ile acıtmasına rağmen sonradan iyice düşünüldüğünde, insanlıktan çıkmış bir vaziyette olunması gerekirken yinede alt yapısında bir asalet ve insanlık dersi olduğu göze çarpmaktadır. Dikkat edildiğinde, yazıyı yazan kişinin BİZ diye hitap ettiği görülür. Tükendim, bittim, mahvoldum, vay başıma gelenler şeklinde değil, o ortamda bile halkını düşündüğünü ve başlarına gelenlerin halkı adına bir kayıp olduğunu his edebilecek karakteri ve asaleti kaybetmemiş olduğunu görürsünüz...

Diyor. Devamında Abhazya ya gidişini, umutlarını, mutluluğunu, anlatıyordu, pek çok sesleri susturulan çocuklarımız gibi.

10-15 yıllık bir süreçte gelinen noktaya bakıyorum da, silahla varılamayan sonuca barışta mı varıldı? Orada Abhazya da kale surları onarılırken bize Yok oluş vakti, asıl şimdi midir yoksa?

Kraliçemizin oğlu yokmuş muş ta bu sebepten krallık Gürcü damada yem edilmiş. Abhaz kadını olmak zor. Sorup duruyoruz da… Ne demeli bilmem ki.

 Ah bir Alabaşam olsa, olsa da bana bir akıl verse...
 


 

Stanislav Lakoba
23 Nisan 1993

Statü tartışmaları

"(Konuşmama) başka türlü başlayacaktım. Ama burada, Londra'da bir Abhaz atasözünü hatırladım: "Silahlı birini gören karga şöyle düşünür; eğer akıllı biri ise bana ateş etmez, aptal biri ise isabet ettiremez."

Gaddar bir jeopolitik oyunun rehineleri olduğumuzun pekala farkındayız, dünyanın yeniden paylaşım süreci bizi canlı olarak kesiyor. "Böl ve yönet" politikasının, "kırbaç" politikasının, bazen de "çörek" politikasının kurbanı olduk. "Abhazya ne duruma düştü", "Statünüz nedir, bunu belirlediniz mi" diye bilge politikacılar soruyor. Her taraftan sarıldık, bir şey kesin; savaş statüsündeyiz.

Bugünkü Abhazya, Salvador Dali'nin tablolarını hatırlatan bir sürrealizmdir. Şu tabloya bakınız, bir Abhaz köyünde, yüz yaşındaki bir erkeği ve karısını kurşuna diziyorlar, Gürcüler Rus yapısı SU-25 jetleriyle Kutol köyündeki bir cenaze alayına bilyeli bomba atıyor ve öldürülen kardeşinin tabutunu taşıyan kardeş ölüyor ve akrabaları iki tabut taşırlarken, gene bombalanıyorlar. Şu tabloya bakın, savaş helikopteri bir yaz günü Suhum plajını bombalıyor. Askerler, kız çocuklarını öldürüyor, aileleri diri, diri yakıyor, tanklarla köyleri yıkıyor, yaralıları öldürüyor ve esirleri doğruyorlar. Bugün Abhazya hakkında ancak şöyle yazıyorlar: "Yerle gök arasında", "Doğu ile Batı arasında", "örsle çekiç arasında". Arasında ... İşte gerçek statümüz bu. "Sınır pozisyonumuz". Ölümle hayat arasında, olmakla olmamak arasında kaybolduk, çünkü bu savaş bizim için "yenilgiyle" bitemez. Çünkü yenilgi yok edilmemizle eşanlamlı olacak. Çetin bir halkmışız ve o kadar azız ki, hepimizi birden öldürmek de zor. Bu da mı bizim suçumuz? Gürcü politikacıları ve bazı Rus politikacıları, onuru ve hürriyeti uğruna birçok defalar başkaldırması nedeniyle daha 19. yy.da resmen "suçlu halk" ilan edilen baş eğmez Abhazlarla ilgili olarak öfkelerini gizlemiyorlar. Şimdi bizim, Gürcistan'la Rusya arasındaki dostluk ilişkilerini bozduğumuzu, yemek borusuna batmış bir kılçık olduğumuzu ima ediyorlar. Kısacası, hala var olduğumuz için suçluyuz. Dağlarımızı, ırmaklarımızı, göllerimizi, denizlerimizi, ormanlarımızı, pınarlarımızı çoktan paylaştılar, ama şurada küçük bir halk inatla tekrarlıyor: "Biz Abhazız".

Yani, insanlığın bir parçası olarak, Abhazya'da yüzbin civarında olan bizler bütün insanlığı rahatsız mı ediyoruz? 19. yüzyılda Ubıh kardeşlerimizi yitiren insanlık, 20. yüzyılın sonunda bizi de yitirirse, üçüncü bin yılda daha mı zengin olacak? Bir halkı katlediyorlar, dünya susuyor, susmakla kalsaydı... Gülünç, ama dünya, özellikle batı dünyası katledilmemize yardım ediyor. "Reuter", "Assosiated Press", "BBC" ajansları bizi "ayrılıkçı" olarak adlandırıyor. Kimseden ayrılmadığımıza, kimseye saldırmadığımıza göre, nasıl ayrılıkçı olabiliriz? 14 Ağustos 1992 tarihinde başlayan savaşa kadar ve hatta birkaç ay sonrasına kadar Gürcistan'dan ayrılmaktan söz eden bir belge gösterebilir misiniz? Böyle bir belge yoktur. Üstelik özellikle bir Gürcü tarafına ilişkilerimizi federatif esaslarda düzenlemeyi teklif etmiştik. Özellikle biz, bunu yaparak, Gürcistan'ın bütünlüğünü korumaya taraftar olduk, cevap olarak da üzerimize, tanklar, uçaklar, dişlerine kadar silahlı birlikler yolladılar.

Saharov haklı

Bizi, Tiflis'te iktidarda olan ve kendi elleriyle kendi ülkelerini yıkan gerçek ayrılıkçılar "ayrılıkçı" yaptı. Onlar, bütünlüğü Stalin-Sovyet imparatorluğunun sürgünleri sayesinde korunan devletlerini ortaçağ düzeyine, feodal parçalanma düzeyine düşürdüler. Burada, Abhazya ve Güney Osetya şurada dursun, Acarya, Mingrelya, Kahetya "ayrılıkçı" Tiflis merkezine karşı çepeçevre savunma durumundalar. Gürcistan'da neden bu kadar çok "ayrılıkçı" var? Rusya eski özerk cumhuriyetleriyle, federatif antlaşma imzaladı. Kuzey Kafkasya da dahil olmak üzere birçok özerk bölge ve eyaletin statüsünü cumhuriyet seviyesine çıkardı, kendi cumhurbaşkanlarını seçmelerini ve yeni ulusal-devlet sembolleri kabul etmelerini engellemedi. Gürcistan'la bizim durumumuz, bunun tamamen tersi oldu. Çeşitli öneriler getirdik, çeşitli köprüler kurmaya çalıştık, ama bizi terslediler; siz de kim oluyorsunuz, sizin özerkliğinizi de kaldırmak lazım! Sayıca azsınız. Tek argüman işte bu. Biz, "ayrılıkçıyız" , çünkü bizi köşeye sıkıştırdılar, biz de kendimizi, çocuklarımızı, kadınlarımızı korumak için savunmaya geçtik. Minicik bir hayvanı köşeye sıkıştırın... Şimdi o ayrılıkçı mı? Şöyle bir Abhaz atasözü var. "Ağaçtan düşeni yılan ısırır." Evet, bizi köşeye sıkıştırıyorlar. 7-8 Aralık 1992 tarihinde yaptığı televizyon konuşmasında Gürcistan lideri açıkça Abhazları yok etme çağrısı yaptı. "Gürcistan'ın kaderi, hürriyet ve bağımsızlığa giden yolu bugün Abhazya'da belirleniyor. Bu nedenle bütün Gürcü vatandaşlarını Gürcistan'ın hürriyet ve bağımsızlık mücadelesine ellerinden gelen katkıyı yapmaya çağırdım. Tekrarlıyorum, bu karar, tarafımdan, inançlarıma ve görüşlerime karşı kendimle yaptığım mücadele sonunda alınmıştır. Bu doğru değil, ama başka yolu yok... Bu savaş kısa olmalıdır, dünya bize inanıyor ve bize inandığına göre, onu aldatmamalıyız. Biz barıştan yanayız ve mümkün olduğunca kısa sürede bu savaşı bitirmeliyiz. 2000 yılında Gürcistan dünyanın en mutlu ülkesi olacaktır."
Kendi halkı için hürriyet ve bağımsızlık, sayıca az olan diğer halk için de kaba diktatörlük, açık faşizm. İşte Gürcistan'ın Abhazya ile ilgili bütün politikasının temelinde yatan iki ahlak ilkesi budur. 1989 Temmuzundaki Abhaz-Gürcü ihtilafından sonra akademisyen A.D.Saharov Gürcistan'ı boşuna "küçük imparatorluk" olarak adlandırmamıştı. ("Dgonek", 1989 N 31, Temmuz-Ağustos). Daha sonra, Gürcistan'la Abhazya arasındaki ilişkilerle ilgili olarak şöyle yazıyordu: "Abhaz görüşünü haklı buluyorum. Bence, küçük milletlerin problemlerine özenle yaklaşılmalı, büyük milletlerin hürriyet ve hakları, küçük milletlerin zararına olacak şekilde sağlanmamalı." ("Znamya", 1991, N 10 S.69)

Gürcistan "Küçük milliyetçi emperyalist"

Son zamanlarda, bilinen Gürcistan'ın değil, eski küçük Sovyet Gürcistan Sosyalist Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünün korunması sorunu sık sık gündeme getiriliyor. Bilindiği gibi eski Abhazya SSC (1921-1931), Stalin'in dayatmasıyla, özerklik çerçevesinde 19 Şubat 1931 yılında bu imparatorluğa sokulmuştu. Sözüm ona ayrılıkçı Abhazlara gelince, onlar, Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü, eskiden beri mevcut kendi etnik sınırları içinde korunmasından yanadırlar, İngur nehrinden, Psou nehrine kadar olan sahayı, SSCB'nin yıkılmasından ve Gürcistan SSC'nin lağvedilmesinden sonra Abhazya Cumhuriyeti'nin malı saymaktadırlar. Abhazya'nın egemenlik haklarının ayaklar altına alınması, Abhazların ulusal bilincini derinden yaraladı. Statüsünün Gürcistan SSC içerisinde bir Özerk Cumhuriyet (Abhazya ÖSSC) seviyesine indirilmesi, hemen bir hafta sonra Abhazların günlerce süren bir ulusal toplantı yapmaları ve (18-26 Şubat 1931) hükümete güvenmediklerini ifade etmeleri sonucunu doğurdu. Bu, Abhazların, Sovyet hâkimiyeti koşullarında, kendi devletlerini ve haklarını korumak için yaptıkları ilk kitlesel başkaldırıdır. Abhazlar, totoliterizmin en koyu olduğu bir dönemde, Abhazya'da Stalin-Beria ikilisinin ve onların takipçilerinin politikalarına karşı defalarca başkaldıran hemen tek halktır. Kitlesel kongreler, geniş mitingler ve grevler yalnızca 1931'de değil, 1957, 1965, 1967, 1978, 1989 yıllarında da yapıldı. XX. yüzyılda Gürcistan'daki hakim çevreler birkaç defa Abhazya'yı ilhak etmeye teşebbüs ettiler. İlk önce Temmuz 1918-Mart 1921 tarihlerinde Gürcü orduları ülkemize saldırıp, topraklarını işgal etti. Bu, Abhaz halkının hafızasında, Abhazya ve Gürcistan arasındaki ilişkilerle ilgili en karanlık devredir. O yılların Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti'nin imparatorluk karakterine Behofer bir zamanlar dikkat çekmişti. Büyük Britanya'da 1920 yılında basılan "Denikin Rusyası'nda" adlı eserinde şöyle yazıyordu:
"Hür ve bağımsız sosyal-demokrat Gürcistan devleti hafızasında her zaman,
kendi sınırları dışındaki toprakları zapt etmek ve devlet içerisindeki bürokratik tiranlık bakımından emperyalist küçük milliyetçiliğin klasik örneği olarak kalacaktır. Gürcistan'ın şovenizmi, her türlü ölçünün dışındadır."

Sınırları belli iki ayrı devlet

Abhazya'yı ilhak etmeye yönelik ikinci teşebbüs Şubat 1931'de oldu, fakat gerçek ilhak, Abhazya Başbakanı Nestor Lakoba'nın ölümünden sonra (Beria tarafından 1936 Aralığında zehirlenmişti) gerçekleştirildi ve 1937-1953 yılları arasında, Stalin'in ölümüne kadar devam ettirildi. 14 Ağustos 1992'de bize dayatılan bugünkü savaş, Abhazya'yı ilhaka yönelik üçüncü teşebbüstür. 14 Ağustos'ta Gürcü askerleri tevkif edilen Abhazlara şöyle dediler: "Abhazya'nın işi bitmiştir, kalan Abhazlar da Gürcülerin çizmeleri altında dans edecektir." (Abhazya savcılığının 24 Şubat 1992 tarihli "Raporuna" bakınız. Jordaniya, Stalin ve Beria'nın başlattığı işi Şevardnadze devam ettiriyor. İlginçtir, bugünkü Gürcistan liderliği, Abhazya'yı koparmak için herşeyi yaptı. Rusya Silahlı Kuvvetleri'nin yardımıyla Tiflis'te darbe yaptıktan sonra, askeri konsey Şubat 1992 tarihinde 1978 tarihli Gürcistan SSC anayasasını lağvedip, 21 Şubat 1921 tarihli Gürcistan Cumhuriyeti Anayasası'na geçme kararı aldı. 1921 tarihli anayasada, bir devlet-hukuk ilişkileri tarafı olarak Abhazya yer almıyordu. 1978 Tarihli Abhazya ÖSSC Anayasası, 1978 tarihli Gürcistan SSC Anayasası ve 1977 tarihli SSCB Anayasası'na bağlı olarak kabul edildiği için bunların yürürlükten kaldırılmasıyla, Abhazya ÖSSC Anayasası yasal temelini yitirmiş bulunuyordu. Cumhuriyetler arasındaki yasal karmaşayı önlemek için Abhazya Yüksek Sovyeti 23 Temmuz 1992 tarihinde, Abhazya topraklarında 1925 Abhazya Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koyma kararı aldı. Bu anayasaya göre Abhazya, Gürcistan'la "özel bir ittifak antlaşmasıyla" birleşmişti. Her zaman Gürcistan'la Abhazya'nın belirli, sabit sınırları olmuştur. Son 300 yıldır İngur nehri Abhazya ile Gürcistan arasında sınırdır. Gürcistan'ın ve eski SSCB'nin diğer cumhuriyetlerinin sınırlarından söz ederken, bu cumhuriyetlerin BM'ye kabul edilmesi keyfiyetini, bunların sınırlarının uluslararası hukuk tarafından teyit edildiği yolunda bir argüman olarak kullanmak mümkün olamaz, çünkü SSCB yıkıldığı sırada oluşmuş olan ulusal devlet oluşumlarının sınırları uluslararası hukuk karakteri değil, idari, iç politika karakteri taşıyordu. Bunlar, komünist imparatorluk rejimi tarafından egemen devletlerarasında değil, Sovyetler Birliği'nin idari bölümleri arasında tespit edilmişti.

Gürcistan'ın BM'ye alınmasının hikmeti

Gürcistan Cumhuriyeti'nin Birleşmiş Milletler Örgütü'ne kabulü keyfiyeti hakkında birkaç söz etmeden geçemeyeceğim. Liderleri silahlı darbe ile iktidara gelen bir devlet uluslararası camiaya kabul edilmiştir. İnsan ister-istemez BM'ye Gürcistan'ın değil, Edvard Şevardnadze'nin alındığını düşünüyor.

Eski birlik cumhuriyetlerinin sınırlarının tanınması, uluslararası hukuk kuralları, bu topraklarda meskun halkların hak ve çıkarları hiçe sayılarak, bunların hür iradelerine başvurulmadan ve hatta, bunların çıkarlarına karşı, zorbalıkla yapılıyor.

Üstelik, eski SSCB Cumhuriyetleri BM'ye alınmadan önce, bu eski cumhuriyetlerin içinde olan birçok millet, Abhazlar da dahil olmak üzere, kendi devlet egemenlik deklarasyonlarını kabul etmiş bulunuyorlardı. Eski birlik cumhuriyetlerinin BM'ye kabulü, birçok milletin, özellikle 1.200 yıllık devlet geleneğine sahip Abhazların milli bağımsızlık ve devlet bağımsızlık bildirgeleri açıkça çiğnenerek gerçekleştirilmiştir. Maalesef, BM Örgütü ve Batıdaki belirli çevrelerin, halkları sınıflara bölen Stalinist modeli korumaya çalıştıkları tespitini yapmak gerekiyor. Aksi halde, eski birlik cumhuriyetlerinin tanınıp, özerk cumhuriyetlerin tanınmamasını nasıl anlamalı? Bu çifte standart değil de nedir? Bu arada eski SSCB'de hala kan dökülüyor. Rusya ve Gürcistan liderlerinin "Dagomıs Mutabakatı" neticesinde Abhazya Cumhuriyeti topraklarına saldıran Gürcü ordusu sekiz aydır sivil halka karşı savaş uçakları, tanklar, "Grad" ve "Uragan" topçu sistemleri, Rusya'nın bilgisi dâhilinde Transkafkasya ordusu Rus kumandanlığı tarafından Tiflis'e verilen iğneli ve bilyeli bombalar gibi yasaklanmış silahları kullanmaya devam ediyor.

100 bin Gürcüyü gözden çıkardılar

Abhazya halkı fiziki soykırım hareketlerine maruz kalıyor. Gürcü tarafının işgal ettiği topraklarda, Abhazya'yı Gürcüleştirmek ve onu mono etnik üniter bir Gürcistan devletinin parçası yapmak amacıyla etnik temizlik yapılıyor. İşgal edilen topraklarda, Abhaz, Ermeni, Rus ve Grek nüfus metodik olarak katlediliyor, işkence ve hakaretlere uğruyor. Savaş boyunca şimdiye kadar Abhaz tarafından bine yakın insan, yani her yüz kişiden biri ölmüş, üç binden fazla yaralı var, cumhuriyet vatandaşlarının yarıya yakını mülteci olmuştur. Doğu Abhazya, özellikle muhasara altındaki Tkvarçal şehri ve Abhaz nüfusun bir arada yaşadığı Oçamçira bölgesi çok zor durumdadır. Hâlihazırda bu bölgede 7 Abhaz köyü yakılmış bulunuyor: Kindgi, Tamış, Oçamçira şehirleri de bugün tek bir Abhaz kalmamıştır, kovulmuş veya öldürülmüştür. Abhazya'nın başkenti Suhum, esir kampını andırmaktadır. Tiflis makamları, Gürcistan'la Abhazya arasındaki politik ihtilafı, etno-politik hale getirmek için her şeyi yaptılar. Ordularını Abhazya'ya sokarak, mahalli Gürcü nüfusu yavaş yavaş bu askeri maceraya bulaştırdılar ve Abhazlara karşı kışkırttılar. Şevardnadze'nin "gerçek bir şövalye" olarak adlandırdığı Gürcü Generali G. Karkaraşvili'nin sözlerini hatırlamadan edemeyeceğiz. 1992 Ağustos'u sonunda bu general Gürcü televizyonunda yaptığı konuşmada, "yaşlılar, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere 97 bin Abhazı toptan yok etmek için 100 bin Gürcüyü kurban etmeye hazır olduğunu" söylemişti.

Yıkım operasyonu ve tepkiler

Bu yamyamca program bugün gerçekleştirilmektedir. Abhaz halkının tarihi ve kültürel anıtları bilinçli olarak yıkılıyor, arşivler, enstitüler, kütüphaneler, tiyatrolar yakılmıştır. Abhaz isimleri taşıyan müzeler, resim, galerileri, üniversiteler ve diğer kurumlar soyulmuştur. Çok değerli el yazmaları, belgesel tarihi materyaller ve kitaplar, folklorik, linguistik kayıtlar yok edilmiştir. Abhaz halkını, tarihi anılarından yoksun bırakmak için her şey yapılıyor. Bu arada, Gürcü enformasyon vasıtalarının yönlendirmesiyle, batıda, Abhazların "fanatik Müslümanlar" olduğu ve bütün dünya için bir tehdit oldukları masalı yayılıyor... Fakat, daha I. yüzyıl başlarında Abhazya'nın Karadeniz kıyılarında yayılmaya başlayan Hıristiyanlığı, imparator I. Jüstinyen zamanında VI. yüzyılda resmen kabul eden halkımızın dini toleransı Kafkasoloji bilginlerinin pekala malumudur. Müslümanlığa gelince, 16-18 yüzyıllarda buraya girdi, fakat burada fazla yayılamadı. 19. yüzyılda Abhazya'da topu, topu birkaç tane ahşap cami vardı, bugün bir tane bile yok. Moskova'da, Sanit-Peterburg'ta, Tiflis'in merkezinde taştan camiler yükseliyor. Nedense kimse Gürcistan'ın İslam Dünyası ve kültürüyle daha 8. yüzyılda temasa geçtiğini, 8 yüzyıldan 11. yüzyıla kadar Gürcistan'ın şimdiki başkentinde Tiflis Emirliği'nde Arap Emiri’nin hüküm sürdüğünü, Gürcü Kralı Mimar David'in Arapça para bastırdığını, Müslüman Gürcü sayısının bütün Abhaz halkından fazla olduğunu hatırlamak istemiyor. Gürcistan yönetimi yıldırım harbini gerçekleştirip, 2-3 gün içinde Abhaz halkını boğamayınca, Şevardnadze, BM Örgütü, AGİK ve diğer uluslararası kuruluşlara, Abhazları, yani tecavüze uğrayanları şikayet etmeye başladı. Anlaşılan kendimizi savunmaya da hakkımız yokmuş. Abhazya'ya saldıran caniler ordusuna karşı Abhazların silaha sarılmak zorunda kalmasını bazı yayıncılar "delilik" olarak, halkımızın direnişini, utanmadan, "kendi kendini soykırıma uğratma" olarak adlandırmaya başladılar. Mesela, Gürcü lobisinin çok güçlü olarak temsil edildiği "Nezavisimaya Gazeta" da yapılan bir röportajda Gürcistan Cumhuriyeti Parlamenteri Ada Marşaniya şöyle diyordu:

"Şüphesiz, şu veya bu bahane ile Abhazya'ya asker sevk etmekle, suç işlenmiştir. Diğer taraftan bu askerleri ateşle karşılamak en büyük delilikti... Ama, her halükarda Gürcü tarafı, daha fazla alicenaplık ve ihtiyat göstermeliydi. Ve her adımını düşünerek atmalıydı!"

Daha sonra şöyle devam ediyor:
"Sanıyorum, Devlet Konseyi, ne yaptığının farkında değildi, muhtemel sonuçları iyi hesaplamamıştı. Devlet Konseyi üyelerinin büyük çoğunluğuna, gerçek durumla ilgili bilgi verilmemişti. Burada bir ikili oyun söz konusu. Bu, suç derecesine varan bir hata. Politik bir suç, ve bir cinayet suçu." ("Nezavisiınaya Gazeta", 1993, 10 Nisan)

Uluslararası örgütlerin tutumu

Abhazya Parlamentosu, Abhazya Cumhuriyeti Yüksek Sovyet Başkam Vladislav Ardzınba, sesimizi duyacakları umuduyla BM Örgütüne 12 defa müracaat etmiştir. Maalesef çağrılarımız, sadece, Abhaz halkının içine düştüğü durumu daha kötüleştirmiştir. Tiflis yönetiminin daveti üzerine Abhazya'yı ziyaret eden birkaç BM, AGİK misyonu, eski Gürcistan SSC'nin sözüm ona toprak bütünlüğü tezini, insan hakları ve halkların kendi kaderlerini tayin hakları problemlerinin üzerine koyarak, açıkça Gürcü tarafını tutmuşlardır. Bilindiği gibi, Gürcistan'ın ısrarı üzerine Güvenlik Konseyi, Gürcistan ve Abhazya'daki durumu görüşmeye hazırlanmaktadır. Ardzınba BM Genel Sekreterine bir açık mektup yollayarak, Güvenlik Konseyi oturumunda Abhazya'nın görüşünü açıklamaya hazır olduğunu ifade etti. Abhazya Cumhuriyeti Temsilcisi'nin bu oturuma katılabilmesi, BM Örgütü tüzüğünün 32. maddesine uymaktadır. Maalesef, Abhazya'nın bu yapıcı teklifine karşı da, BM Örgütü şimdilik sessizliğini korumaktadır. Biz, sayıca Abhazların kırk katı olan Gürcistan'la savaşmanın bir felaket olduğunu pekala farkındayız. Ama bize başka bir seçim bırakmadılar. Mevcut durumdan mümkün olan çıkış yolu, bütün Gürcü askerlerinin Abhazya'dan geri çekilmesi ve ancak bundan sonra barış gücünün gelmesidir. Bu savaşın galibi olmayacaktır. Jean-Paul Sartre'nin söylediği gibi "Zaferin detaylarını öğrendiğimizde, onu mağlubiyetten ayırmakta zorlanacaksınız."

Çözüm önerileri

Gürcistan ve Abhazya arasındaki savaş ihtilafının barışçı yollarla çözülmesi ve Abhazya'nın gelecekteki iman için birkaç varyant teklif edilebilir:

1) 14 Ağustos 1992 tarihinde Gürcistan'ın Abhazya'ya karşı başlattığı askeri tecavüzden önce Abhaz halkı ve parlamento, Gürcistan'la federatif antlaşma yapmaya taraftardı. Abhaz tarafının inisiyatifiyle savaştan önce ilan edilen antlaşma taslağı bunun kanıtıdır. Ama bugün, seller gibi kan akıtıldıktan sonra, en iyi ihtimalle Gürcistan'la bir konfederatif ilişkiden bahsedilebilir. Fakat bu projeye taraftar olanlar, her iki tarafta da azdır.

2) Bölgenin çokuluslu halkı ve parlamentomuzun birçok üyesi tarafından hararetle desteklenen diğer varyant, bir çeşit "Kafkas İsviçresi" gibi, küçük bir tarafsız Abhazya Cumhuriyeti'dir. Doğu ve Batının birleştiği yerde, deniz limanları, demiryolları, havayolları ve dağ geçitlerinden Kuzey Kafkasya'ya aşan şoseleriyle. Abhazya Orta Asya'ya açılan bir kapı da olabilir. Böyle bir devlet Rusya'nın, Batı Ülkeleri'nin, Türkiye'nin çıkarına olurdu. 1919 yılında İngiliz kumandanlığı ve General Denikin Abhazya'nın derhal tarafsız ülke ilan edilmesini ve Gürcü ordularının İngur nehrinin ötesine çekilmesini talep etmişlerdi.

3) Abhazya, kendi geleceğini, 1989 Ağustos'unda Suhum'da doğan ve Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar olan sahada yaşayan 16 halkı birleştiren etkili bir sosyal örgüt olan Kafkas Halkları Konfederasyonu'nun kuracağı bir Kafkas Konfederasyonu'nda görmektedir. 5 Nisan 1993 tarihinde Pitsunda'daki Danışma Konferansı'na katılanlar, "Kafkas Halkları Konfederasyonu'yla Güney Rusya Kazakları arasında dostluk ve işbirliğine dair" bir belge imzaladı. Bu belgede, "KHK ile Kazaklara karşı güç kullanma tehdidi halinde kollektif güvenlik garantisi" öngörülmüştür. Bu anlaşmanın onaylanması için Güney Rusya, Kuzey Kafkasya ve Abhazya halklarının kongresi en geç 1 Mayıs'a kadar toplanacaktır. Abhazya halkı, savaşın ilk günlerinde, bütün dünyayla ilişkimiz kesilip tam bir izolasyon halinde olduğumuz sırada, Konfederasyon gönüllülerinin dağ yollarından yardımımıza koşmuş olmasını hiçbir zaman unutmayacaktır. Bunlar, Kabardeyler ve Çeçenler, Adıgeler ve Güney Osetyalılar, Çerkesler ve Abazinlerdi. Onların sayesinde bu eşitsiz mücadelede ayakta kalabildik. Şimdi Abhazya'da durum değişti.

Kuzey Kafkasya, Abhazya'yı desteklemek üzere ayağa kalkınca, Rusya yönetimi, Abhazlarla ilgili tutumlarını değiştirdi. Savaşın ilk günlerinde Şevardnadze, konfederasyonun Abhazların yardımına gelebileceğine inanıyordu.

"Konfederasyon kâğıttan bir kaplandır" dedi ve feci şekilde yanıldı. Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkanı Musa Şanibov 14 Şubat 1993 tarihli konuşmasında şöyle diyordu:
"Kafkas halkları ve eski SSCB halkları Abhazya'nın kaderinde kendi kaderlerini gördüler. Kafkas halklarının Abhazya'nın hürriyeti için yaptıkları mücadele özünde kendi hürriyetleri için yaptıkları bir mücadeledir. Bu nedenle Kafkasya'nın çiçeği şimdi Abhazya'dadır."
Asırlar boyunca Abhazya, lisan, etnik, kültürel ve politik-ekonomik ilişkiler bakımından, Kuzey Kafkasya dünyasıyla bir bütünü oluşturdu. Bu, özellikle Abhazların en yakın akrabaları olan Adıgeler, Kabardeyler, Çerkesler, Ubıhlar ve Abazinler bakımından böyledir. Abhaz halkının çok eskiden beri Kuzey Kafkasya, Güney Rusya halklarıyla, kendine özgü bir yaşam biçimi süren ve Rusya'ya olduğu kadar Kafkasya'ya da yakın olan Kazaklarla geleneksel ilişkileri vardır. Daha o çalkantılı 1917 yılında Abhazya, "Kafkasya Birleşik Dağlılar Birliği" ve "Kazak Orduları, Kafkas Dağlıları ve Hür Step Halkları Birliği" gibi etkili örgütlerin asil üyesi idi. O günlerde Abhazların kendi kaderlerini tayin etme arzuları, 11 Mayıs 1918 tarihinde ilan edilen Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ne (Dağlı Cumhuriyeti) dahil olmalarında ifadesini bulmuştu. Bu cumhuriyete, Abhazya'dan başka Dağıstan, Çeçenistan, Kabardey, Adıgey, Osetya'da girmişti. Lord Curzon da "Dağlı Cumhuriyeti" ile çok ilgilenmişti. İki hafta sonra Kafkas halkları, tarihimizde ve politik hayatımızda çok önemli bir hadise olan "Dağlı Cumhuriyeti'nin" 75. kuruluş yıldönümünü kutlayacaklar. Bugün, 1918-1919 yıllarının "Dağlı Cumhuriyeti'nin", etkisi ve gücü günden güne artan bugünkü Kafkas Halkları Konfederasyonu'na temel teşkil ettiğini anlıyoruz.

Savaş sırasında Gürcistan-Rusya ilişkileri

Bu arada Abhazya'daki savaş daha acımasız bir hale geliyor, Gürcü orduları sivil halkı katlediyor, Rusya ise Gürcistan'la ittifak antlaşması yapmak amacıyla görüşmelere devam ediyor. Rus askeri birliklerine saldırılması gibi çeşitli bahanelerle Gürcistan'a silah ve mühimmat ikmaline devam ediliyor. Rusya ve Gürcistan arasında Abhazya'dan geçen sınır konusu görüşülüyor. Örneğin, bu yılın Şubat ayında Şevardnadze açıkça, Rusya ile antlaşma imzalamaktaki asıl amaçlarından birinin, Rusya'dan mümkün olduğunca çok silah almak olduğunu ifade etmiştir.

Savunma Bakanı Kitovani de "Rusya'nın Kafkasya'daki dayanağı olmaya hazırız. Ama bunun için Gürcistan'ın güçlü bir devlet olması lazım. Rusya bize kotada öngörülen askeri teçhizatın yüzde 10'unu bile devretmedi" diye yakınıyordu. Bu tür ifadeler Kuzey Kafkasya, Güney Osetya, Abhazya, Mingrelya ve şimdilik istikrarını koruyan Acarya'yı endişelendirmektedir. Rusya Federasyonu Yüksek Sovyeti'nin 25 Eylül ve 25 Aralık 1992 tarihli kararlarına rağmen, Gürcistan'a silah devredilmesi işi hala devam etmektedir. 1992 Mart ayı sonunda Transkafkasya'daki Rus ordu grupları komutan yardımcısı, General Boris Dikov "bir tümenin Gürcü Silahlı Kuvvetlerine geçtiğini", yılsonuna kadar da "34 garnizonunun teslim" edileceğini tahmin ettiğini söylemiştir. (Nezavisimaya Gazata, 1993, 25 Mart)

Hali hazırda, güya Gürcistan'ın, Rus ordularını topraklarından çıkartmaya çalıştığı şeklinde yanlış bir kanaat oluşmaktadır. Gerçekte Gürcistan hâkim çevreleri, bu silahlı kuvvetlere dayanmakta ve bunların desteğini kaybetmekten çok korkmaktadırlar. Geçen yılın sonunda Şevardnadze Tiflis'te, ülke sorunları her taraftan korumasız kalacağı için, Rusya'nın sınır birlikleri ve hava savunma birliklerinin Gürcistan'dan çıkarılmasının şimdilik söz konusu olmadığını ilan etmişti. Parlamenter Ada Marşaniya'nın bu yılın Nisan ayındaki konuşması da bu sözleri doğrulamaktadır:

"Gürcistan'da, Rus birliklerinin hemen ve tamamıyla geri çekilmesiyle ilgili olarak yapılan çağrılar, ne Rusya'nın, ne de Gürcistan'ın planlarına uymaktadır. Abhazya hariç olmak üzere bu etapta Rus askerlerinin mevcudiyeti gereklidir. En azından sınırların korunması için. Cumhuriyetin bir ordusu yok ki, silahlı bir güruhtan başka." (Nezavisimaya Gazeta, 1993, 10 Nisan)

Görüldüğü gibi Gürcistan, Rus birliklerini Gürcistan'dan değil, özellikle Abhazya'dan çıkarmak için elinden geleni yapmaktadır. Bu sorun, geçenlerde Rusya Savunma Bakanı Graçov ve Gürcistan Başbakanı Sigua ile Savunma Bakanı Kitovani arasında Soçi'de yapılan görüşmelerde ele alınmıştır. Kapalı kapılar ardında gene ne kararlar alındı, bilemiyoruz, çünkü Abhaz tarafı, gözlemci statüsünde bile olsa toplantıya alınmamıştır. Abhazya Cumhuriyeti liderlerinin görüşü bile alınmadan, gene kapalı kapılar ardında Abhaz halkının kaderiyle oynanmaktadır. Hali hazırda Gürcistan, bütün Kuzey Kafkasya bölgesinde ve Güney Rusya'daki sosyo-politik durumu son derece olumsuz olarak etkileyen, istikrar bozucu asıl faktördür. İşte bu nedenle, Başkan Yeltsin'in devlet hukuk bürosunun analitik enformasyon sektörünün 22 Ocak 1993 tarihli raporundaki bazı görüşler ve Gürcistan-Rusya ilişkileriyle ilgili değerlendirmeler biraz garip görünmektedir. Mesela, "Şevardnadze'nin ayakta kalabilmesi için, Rusya'nın daha ciddi desteği gereklidir", "Rusya ve Gürcistan'ı yalnız ekonomik ve manevi bağlar bağlamıyor. Jeopolitik ve askeri gerçekler, bu ülkeleri birbirine yakınlaştırıyor."

Abhazya neresidir?

Anlaşılan, Rusya'daki belirli çevreler, Gürcistan'ın gerçekte yıkıldığını ve Moskova'nın ne kadar Tiflis'e ve onun etrafına tutunursa, Kuzey Kafkasya'da o kadar pozisyon yitireceğini bir türlü anlayamıyorlar... Birliğin durumuna gelince, şunu söylemek isterim. Bugün bazıları, "Abhazya, Rusya'dır", bazıları da "Abhazya, Gürcistan'dır" diyorlar. Ama Abhazya, Abhazya'dır. XX. yüzyılın perdesi kapanırken, kendi yüzümüzü, halkımızın yüzünü yitirmek istemiyoruz. Yüzümüzden hoşlanmayanlar olabilir, ama bu bizim yüzümüzdür.


Stanislav Lakoba

Abhazya Cumhuriyeti Yüksek Sovyet Dışişleri ve Parlamentolar Arası İlişkiler Komisyonu Başkanı

Kaynak: habsuvob@gmail.com

Facebook Facebook Digg Digg Google Google Del.icio.us Del.icio.us
Diğer Esen Zafer Yazıları
Bütün Yorumları görmek için tıklayınız!
Hava Durumu
ANKET
Aleksandr Ankvab'ın Siyasete Dönüşünü Onaylıyormusunuz
Diger anketlerimiz için tıklayın...
Yol Durumu

©
Copyright 2011 Abhazyam.com Her hakkı saklıdır.