24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAMI SORUMLULARI BUGÜNE KADAR YARGILANMADI VE YARGILANMADAN TÜRKİYE’DE DEMOKRASİDEN SÖZ EDİLEMEZ!
23/12/2025. Antalya. 23 Aralık 2025. Abhazyam.com. Fatih ATAN (A’tanba- Тванба). Sevgili Abhazyam.com izleyicileri, Aşağıda benim de fiili olarak maruz kaldığım 24 Aralık 1981 Alemdağ Askeri Cezaevi tutuklularına karşı uygulanan katliam girişimi hakkında 2009 yılında yazmış olduğum yazıya geçmeden bugün Türkiye’de yaşananlar hakkında ki görüşlerimi sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti, bugün için, 24 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Cephe Hükümeti tarafından alınan “Ekonomik olarak yaşanan istikrarsızlığı gidermek amacıyla, üretimin azalması ve karaborsacılığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır” açıklamasıyla duyurulan ve ardından bu kararların uygulanması amacıyla yaşama geçirilen 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi sonuçlarını yaşıyor.
Darbe Generali Kenan Evren’in “Kindar – Dindar Nesil!” Hayali, 2002 yılından bu yana kesintisiz bir biçimde, Türkiye’de iktidarda bulunuyor. 24 Ocak Kararları, bugünde uygulanmaktadır, ancak bu sistemi yaratanlar kendilerine uygun bir muhalefet yapısı oluşturma çabaları sekteye uğradığı için bugün yaşanan toplumsal tepkileri elemine edemiyorlar.
28 Mayıs’ta başlayarak 30 Ağustos 2013 tarihine kadar süren Gezi Olayları, sistemin kurucuları ve uygulayıcılarını oldukça sarstı. Sistem uygulayıcıları, oluşturmuş oldukları muhalefet yapılarını da aşan bir kitle eylemi ile şaşkınlığa uğradı. Bu şaşkınlıkları günümüzde de muhalefetin “Beştepe’ye uymayan” eylemleri ile de sürüyor.
16 Nisan 2017 Referandumu ile kabul edilen sisteme geçişle birlikte “Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Hükümet kurma yetkileri, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına aktarıldı. Cumhurbaşkanı, devletin başıdır. Yürütme yetkisi, cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde, cumhurbaşkanı partili veya partisiz olabilir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bakanlar da cumhurbaşkanı tarafından meclis dışından atanabilmektedir. Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla anayasa, kanun ve kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak kaydı ile yasama yetkisini de kullanmaktadır. Cumhurbaşkanının çıkarmış olduğu kararnameler Meclis veya Yargı yoluyla hükümsüz bırakılabilir veya iptal edilebilir.” Denilerek sistem neredeyse tamamen değişmiş oldu.
2017 Referandumu sonrasında 2025 yılına kadar geçen süre içerisinde yeni yönetim ile toplum arasında uyuşmazlık yaşandı. Bu uyuşmazlık 2023 Parlamento seçimlerinde kendisini göstermiş ve 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ülke genelinde almış olduğu oy oranı ile birinci parti olması sonucunda doruk noktasına ulaşmıştır.
TBMM’de tek başına iktidar olamayan, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti, yanına Milliyetçi Hareket Partisi’ni (MHP) alarak 2025 yılına kadar üstünlüğünü sürdürmeye çalıştı, ancak toplumsal muhalefetin yükselmesi nedeniyle, yeni bir arayışa girdi.
Bu arayışında, PKK’nin kurucusu olan Abdullah Öcalan’ın da desteği ile ortak olarak Kürt Milliyetçiliğinin TBMM içerisinde ki sözcüsü olan Halkları Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (DEM-PARTİ) yanına alarak, hem muhalefeti bölmek, hem de CHP’nin toplum içerisinde ki gücünü kırma oyununa girdi.
Günümüz koşullarında ise, TBMM’de “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” adında, sözde “Terörsüz Türkiye” yaratma girişimi oluşturuldu. CHP’nin istedikleri gibi davranmaması ve PKK’nin de bekleneni yerine getirmemesi nedeniyle bu oluşumunda bir sonuç yaratamayacağı ortada bulunuyor.
Türkiye, ülke içerisinde ki siyasal ve ekonomik krizin 2026 yılında da her anlamda da süreceği bit ortam içerisinde bulunuyor.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, eğer demokrasi aranacaksa TC’nin erken bir genel seçimle yenilenerek yoluna gitmesi ve cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminden vazgeçmesi gerekiyor.
AKP İktidarının 23 yıl içerisinde yaratmış olduğu sistemi terk etmeye pek niyetinin olmadığı, son dönem içerisinde yaşanan olaylar da kendisini gösteriyor.
Bunun en temel örneği olarak, CHP’nin 15 Milyon üstünde ki seçmenin desteği ve son dönemde de 25 Milyonu geçen seçmenin imzası ile cumhurbaşkanlığına aday gösterilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile farklı il ve ilçe belediye başkanları ile bürokratların tutuklanması olaylarında görüyoruz.
TC’de demokrasi taraftarlarının önünde kendi aralarında ki sorunları gündeme getirmek değil, iktidarı nasıl alabiliriz dayanışması gibi görevleri bulunuyor.
Sonuç olarak toplumsal kurtuluşun sınıf temelli demokrasi içerisinde olduğunu ve tüm sorunların da toplumsal uzlaşma içerisinde çözüleceğine inanıyorum.
Evet, sevgili abhazyam.com okuyucuları, yukarıda belirtmiş olduğum sınıf temelli demokrasi koşulları içerisinde, adalet beklediğim 24 Aralık 1981 Alemdağ Askeri Cezaevi Katliamı sorumluları içinde yaşanacak olan demokratik değişimler sayesinde yeniden yargılanma yolları açılabilir, dileği ile…
Saygılarımı sunuyorum!
Abhazyam.com Genel Yayın Sorumlusu
Fatih ATAN (A’tanba- Тванба).
*****
“24 ARALIK 1981 ALEMDAĞ ASKERİ CEZAEVİ KATLİAMI YARGILANMADAN "DEMOKRATİK AÇILIM" OLAMAZ..!”
24/12/2009. Abhazyam.com. Fatih ATAN (A’tanba- Тванба). Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. Yukarıda ki uzun açıklamalardan sonra sizleri 24 Aralık 1981 Günü’ne getirmek istiyorum.
Ve o gün yaşanan olaylar ve sorumluları yani 12 Eylül Askeri Yönetimi uygulayıcıları yargılanmadıkça Türkiye’de Demokrasi’nin olamayacağını vurgulamak istiyorum. Sadece Kenan EVREN ve Darbe Kararı veren komutanlar değil, o dönemin Devlet Yöneticileri, politikacıları, darbeye destek veren iş adamları, toplum kuruluşları, Basın - Yayın Organları ve mensupları yargılanmadan Türkiye’nin kendisini bulamayacağını iddia ediyorum.
24 Aralık 1981 günü Alemdağ Askeri Cezaevi’nde bırakın insanın yaşayabilmesi, hayvanların bile barınamayacağı bodrum katında 100’ün üzerinde tutuklu olarak bulunuyorduk. Sizlere biraz daha tahayyül edebilmeniz için Nazi kamplarında ki tutuklu binalarını düşünün bu binaların, pencereleri bulunuyor, ancak Alemdağ Askeri Cezaevi’nin bodrum katında sadece iki karışı biraz geçen bodrum katı pencere sistemi bulunuyordu.
Cezaevi’nin tutuklu koğuşlarına bina içerisinden iki sıra merdiven inilerek girilebiliyordu. Koğuşlar biri küçük 1. Koğuş, diğerleri ise, 2. ve 3. Koğuş olmak üzere üç adet koğuştan oluşuyordu, 1 ve 2. koğuşlar arasında küçük bir kapı ile bağlantı sağlanıyordu. Havalandırma alanı, binanın yanına duvar çevrilerek oluşturulmuştu. Günde 1 saat havalandırma hakkımız bulunuyordu.
Koğuşlarda banyo olmadığı için hava koşulları ne olursa olsun hafta da bir gün tutuklular, havlulara sarılı ve yarı çıplak olarak sıraya diziliyor, cezaevi binasından 50 metre uzaklıkta bulunan banyoya gidiliyordu.
Haftada bir gün aile ve avukat görüşü koğuşların girişinde iptidai koşullarda tel örgülerinin arkasından yapılıyordu. Koğuşlar ufak ve tutuklu sayısı çok olduğu için havalandırma sorunu had safhada idi. Temiz hava sorunu yaşandığı için koğuşlarda sigara içen arkadaşlara günlük sigara tahsisi ve saat uygulaması yapılıyordu. Ailelerimiz çamaşırlarımızı yıkamak için getirdiklerinde iç çamaşırlarımızın kaç kat çamaşır suyu ile beyazlattıklarını bizlere anlatıyorlardı. Yemek sorunu Ailelerin getirdiği kumanyalar ile Asker karavanasının koğuşlar içerisinde terbiye edilmesi ile çözülüyordu.
Yukarıda ki cezaevi koşullarını sizlere anlatmamın nedeni gözlerinizde bir an olsun canlandırmanız içindir.
Şimdi 24 Aralık 1981 Günü’ne gelelim. O gün ailelerin ziyaret günü idi, bizler ziyarete hazırlanıyorduk. Aynı gün 3. koğuştan bir tutuklunun Gayrettepe’de ki Siyasi Şube’de sorguya alınması için girişimde bulunuldu. O tarihlerde siyasi şubeye yeniden alınmak demek, tutuklu bir kişi için ikinci bir kez “işkence”den geçmek demekti.
3. Koğuştakiler tutuklunun “doktor kontrolü”nden sonra Gayrettepe Siyasi Şubeye gönderilmesi için direniş kararı aldılar. O dönemde tutuklular bazı bahaneler ile yeniden sorguya alınarak işkenceye tabi tutuluyorlardı.
Tutukluların, en basit “doktor kontrolü” talebi bile yerine getirilmiyordu.
Koğuşların kapıları ranzalar ile desteklenerek dışarıdan içeriye girişler engellenerek direniş başlatıldı. Aileler, ziyaret günü olduğu için nizamiye giriş kapısında gergin bir biçimde beklemeye başladılar. Siyasi Şube’den gelen emniyet güçleri tutukluyu almak için cezaevi müdürünü operasyon yapmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. Bu arada taraflar arasında da görüşmeler sürüyordu.
Görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Bazı askerlerden aldığımız bilgilere göre İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün operasyon yapılması için o dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı olan Haydar SALTIK’dan operasyon kararını aldığını öğrendik.
Operasyonun ana hedefi tutukluyu almaktı, bu hedefe ulaşılabilmek için de koğuşlara gaz bombası ve sis bombası atılarak tutukluları etkisiz hale getirmek hedeflenmişti.
Sevgil abhazyam.com üye ve izleyicileri “İstanbul Siyasi Şube Görevlileri”nin denetiminde operasyona başlandı, bu sırada aileler rahatsızlıklarını belirten eylemlerde bulunuyorlardı, askeri görevliler, ailelere bizlerin tutukluyu vermediğimiz için görüşme yapmak istemediğimizi söylüyorlardı.
Operasyon başladı.
Koğuşlara onlarca sis ve gaz bombası atıldı.
Düşünebiliyor musunuz, Nazi kamplarında insanların gaz odalarında katledilmeleri gibi, küçük ve 100’ün üzerinde insanın bulunduğu bodrum katında gaz ve sis bombası. Tabii ki bu saldırı sonucunda tutukluların tamamı baygınlık, boğulma tehlikesi geçirdiler. İçeride göz gözü görmüyordu, ben de nefessiz kaldığım an da bir an için yolun sonuna geldiğimi düşündüm. Elimde bulunan ıslak havluyu ağzımın içerisine sonunda kadar soktum. Elime geçirdiğim bir adet gaz bombasını pencereden dışarıya fırlattım.
Ancak içeriye o kadar çok gaz bombası atıldı ki benim dışarıya atmış olduğum gaz bombası sadece koğuş içerisinde sonradan konuşulan psikolojik destekli bir olay oldu.
O sırada koğuş kapılarını açmak için saldırıya geçen askerler de olayın boyutlarını bilemedikleri için gaz maskesiz bir halde aşağıya geldiler. Ancak onlarda yoğun gazın etkisinde kalarak bayıldılar. Bu sefer bizler askerlere ıslak havlular ile yardım etmeye başladık.
O gün hava da yoğun bir lodos bulunuyordu, koğuşun ortasında yoğun bir sis bulutu kalmıştı. Koğuşta bulunan herkesten iniltiler, kusmalar ve bayılmalar, haykırışlar geliyordu. Ellerimizde bulunan havlu ve limonlar ile önce kendimizi ayıltmaya çalışıyorduk. Cezaevi müdürü olan Binbaşı içerideki “facia”yı gördüğü zaman bizlere kazma kürek atarak "çocuklar demirleri kırarak çıkın" diye çırpınmaya başladı.
Siyasi Şube görevlileri, zafer kazanmış edaları ile “işkence”ye götürmek için baygın vaziyette bulunan kişiyi doktor kontrolünden geçirerek siyasi şubeye götürdüler.
Askeri Görevliler Nizamiye kapısında bulunan Ailelerin “duman bulutları”nı sormalarına karşılık olarak, “çocuklarınız direniş sırasında çarşaf yakıyorlar” diyerek “psikolojik harp” koşullarını yerine getiriyorlardı.
Ve bu konuda başarıya ulaştıklarını da aileler bizleri ziyaret için geldiklerinde gördük, aileler ilk olarak bizlere çıkışmaya başladılar, “neden direniyorsunuz, çarşaf yakıyorsunuz?” diye. Neyse ki bizlerde ellerimizde olan üzerinde “Made In USA” yazılı gaz bombalarının kutularını gösterdiğimizde ve bunları gösterirken nefes almakta zorlandığımızı, patlamış ve morarmış gözlerle onlara baktığımızı görünce yaşanan olayın boyutunu görerek Askeri İdare’ye karşı protesto eyleminde bulunduklarını gördük.
Şu sıralar televizyonlarda gösterilen CHP İstanbul Milletvekili Çetin SOYSAL’ın biber gazı yemiş halinin yanında, kapalı mekânda gaz bombası yemiş yüzlerce insan görüntüsünü gözlerinize getirin.
Gaz Bombası saldırısı sonucunda, özellikle ciğerlerinden rahatsız olan tutuklular içerisinden 2. koğuşta kalan Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK’un durumu ağırlaştı, hatırlayabildiğim kadarı ile Şerif YAZAR hemen hastaneye kaldırıldı. Daha sonradan yaşamını yitirdiğini öğrendik. (Bahadır DUMANLI'da hastanede yaşamını yitirenler arasına katıldı.)
Koğuşlar yoğun bir gaz kokusu ve ranzalar parçalanmış olduğu için geceyi havalandırmada geçiriyorduk. Olay sırasında mahkemede bulunan tutuklular arasında halk müziği sanatçısı Hakkı BULUT’da bulunuyordu. Hakkı BULUT “Uyan Ey Halkım Uyan” diye türkü söylediği için o sıralar Almanya’dan İstanbul’a geldiğinde hava alanında tutuklanmış ve Alemdağ Cezaevi’nde bulunuyordu.
Gece yarısı dışarıda bulunan ayaz, yaşamış olduğumuz olayların sıcaklığını soğutamıyordu.
Havalandırma Avlusunun tepesinde bulunan projektör ışığının önünde bulunan nöbetçi kulübesinin ve kulübede bulunan askerin elindeki bizlere yönelik olan “Makinalı Tüfeği”nin gölgesi ceza evinin duvarına vuruyordu.
Bizler, o yorgun, bitkin halimizle avlunun ortasında sandalye’ye oturan Hakkı BULUT’un çalmış olduğu sazın nameleri ile onun çevresinde halay çekiyorduk.
Ve hastaneye kaldırılması gereken Hakan MERMEROLUK, cezaevi duvarının kenarında bir battaniyenin içerisinde “dönülmez akşamın ufkunda ki” uzun yolculuğuna çıkmaya hazırlanıyordu.
Evet! Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri sizleri bundan 28 yıl öncesine benim birebir yaşamış olduğum olaya götürdüm.
Ve 24 Aralık 1981 tarihinde Alemdağ Askeri Cezaevi’nde yaşanan “savunmasız insanlara yapılan “orantısız güç” uygulaması sonrasında Şerif YAZAR ve Hakan MERMEROLUK
Bahadır DUMANLI yaşamlarını yitirdi.
“Sorguya giden arkadaşımız onlar benim yüzümden öldü” diyerek psikolojik bunalıma düştü.
Ben ve benim gibi, cezaevinden çıktıktan sonra doktor kontrolünden geçenler, doktorların, “sigara içilen ortamda çok kalmışsın galiba” diyerek ciğerlerimizin durumunu gösterdiği, yaşamımızın önemli bir bölümünü Alemdağ Askeri Cezaevinin duvarları içerisinde bıraktığı 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Mağduru binlerce insan içerisinde ki “mihenk taşları” olarak kaldık.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi; bizlerde, sigara içilen kapalı ya da açık ortamlarda hemen etkilendiğimiz bir bünye bıraktı.
www.abhazyam.com